Posted by ismetadmin on 18 Eylül 2019 in
Anı,
Neredeydim.. |
∞
“Seyrettiğim belgesellerin içinde yaşıyorum şu an ” dedi Semacığım. Şimdi ben sizlere onlarca cümle kurup resimler ile renklendirdiğim bir Ürdün Belgeseli anlatacağım ancak tüm anlatacaklarımın özetidir bu cümle. Bu topraklarda hissettiğiniz en güçlü duygudur “Bir belgeselin içinde yaşıyormuş hissi.”
Adım adım ileri, bu alemden içeri,
On sekiz bin alemi gördüm bir dağ içinde.
Yetmiş bin hicap geçtim, gizli perdeler açtım,
Ben dost ile buluştum, buldum bir dağ içinde.
gökler gibi gürledim, yeller gibi inledim,
Sular gibi çağladım, aktım bir dağ içinde.
Diyordu derviş Yunus dizelerinde..
Kelimelerin gücüne inandım hep bir de mucizelere. Zamanı geldiğinde her sözün söyleneceğine her imkansızın gerçekleşeceğine.. Tek bir dağ kaldı aşılması gereken, eteklerindeyim. Ey Hayat! Ey Zaman! Ey Özbenliğim! Yapmam dediklerimi yaptım, yapamam dediklerimin üstesinden geldim. Suyun altında da , yerin üstünde de, kanyonların içinde de..
Bir tek o dağ kaldı.. Musa’nın İsrailoğulları’na vadedilmiş toprakları göstermesi gibi.. Ben geldim artık eteklerindeyim.. Kaldır perdemi! bütün yelkenleri indirdim, itişmeyeceğim hayatla, razıyım. Biliyorum bunca zorluğun sonu kanyonu geçtikten sonra görülen hazine gibi.. Petra gibi..
Böyle başladı Ürdün maceramız. Sadece bir hayaldi ta ki biz gerçekleştirene dek. Baştan başa takip ettik tarihin izlerini. Başkanım Toprak Özmen ile birlikte çok çalıştık elbette gitmeden önce. Tabi bir de sevgili Şahin’in yardımları ile Amman’dan Akabe’ye programladığımız 7 günlük yolculuğumuzu harfi harfine uyguladık. Ekip de şahane olunca ortaya belgesel tadında bir gezi çıktı.
Ürdün’de gezilecek yerler nelerdir, Ürdün’de ne yenir? Ürdün’de neler yapılır tüm bunları anlatmadan önce incelediğim bloglarda eksik olan bir bilgiyi tamamlamak istiyorum. Tüm bloggerlar Ürdün’e içki sokmanın yasak olduğundan bahsetmiş ancak hava limanında free shop mevcut ve bizzat ben aldım ve bir güzelde kapıdan elimde içinde 1 lt votka bulunan free shop torbasıyla girdim. Tabi akıllılık edip aldığım bu 1 lt votkanın epeyce de komik bir hikayesi var. Ramazan dolayısıyla içki bulamayan arkadaşların gece ellerinde birer fincan ile kapıda sıra olmaları gibi mesela.
Ayrıca ülkede “likör store” lar var. Biz gittiğimizde henüz Ramazan devam ettiği için Amman’dakiler kapalıydı ancak Akabe’dekilerin tümü açıktı.Üstelik Petra adında, alkol oranları % 5 ,% 8, % 10 ve %12 olarak değişen lezzetli bir biraları.
Henüz Ramazan devam ettiği için açık likör store bulamadığımızdan, e bu manzarada da bir bira içilmez mi dediğimizden Lut Gölünde Ramada Otel’de 1 biraya 72 TL vermişliğimiz de var ama öyle hemen gözleriniz büyümesin likör store ‘larda fiyatlar gayet uygun 1 – 1,5 EURO ‘ya istediğiniz birayı bulabilirsiniz.
Pegasus havayollarının Amman’a İzmir’den ve Ankara’dan olmak üzere direk uçuşları mevcut. Ankara uçuşunun saatleri bize daha uygun olduğu için biz Ankara uçuşunu tercih ettik ve her gece başka bölgede kalacağımız için de araç kiraladık. Ürdün’ü baştan başa gezebilmenin en uygun yöntemi araç kiralamak. Peki ne kadar kalmalı derseniz bence en az 7 gün ayırmalısınız ki aklınızda olan tüm rotaları görebilesiniz. Petra’yı gezmek bile neredeyse 2 günümüzü aldı bizim. Aracınızı gitmeden önce kiralamanızı tavsiye ederim. Aksi taktirde pek konforlu araç bulamayabilirsiniz.
Bu arada belirteyim Ürdün Türklere vize uygulamıyor.
Bir önemli nokta da GSM operatörlerinin bu bölgede hizmet vermemesi. Avrupa şehirlerindeki gibi telefon hattınızı desteklemiyor. İnternete mutlaka ihtiyacım var diyorsanız ve ki bence gerekli ve döndüğünüzde inanılmaz faturalarla karşılaşmak istemiyorsanız havaalanında deski bulunan Umniah ‘dan 7 – 9 dinar’a haftalık, 15 günlük, aylık kontörlü hat satın alabilirsiniz.
Ülkenin resmi dili Arapça olmasına rağmen İngilizce bilme oranı epey yüksek.
Ürdün yüz ölçüm olarak Ülkemizin 9 da 1′ i kadar ve nüfusu altı milyon civarında. dört milyondan fazlası da göçmen. Tarihi boyunca Asurlar, Babiller, Persler, Roma İmparatorluğu ve Osmanlı imparatorluğu etkisi altında kalmış. Bu yüzden de çok zengin bir tarihe ev sahipliği yapmış. 1946 ‘da ise tam bağımsızlığını ilan etmiş.
Ülkenin para birimi Ürdün Dinar’ı ve dünyanın en kıymetli 10 para biriminden biri. 1 dinarın yaklaşık 8,01 TL ve Petra girişinin 50 dinar olduğunu düşünürseniz biraz pahalı bir Ülke ancak kesinlikle görmeye değer. Müze ve tarihi yer girişlerini daha uygun hale getirmek için Jordan Pass a bu linkten ulaşabilirsiniz. Açılacak sitede göreceğiz gibi 3 çeşit Jordan pass var Jordan Wanderer (70 Dinar) , Jordan Explorer (75 Dinar) ve Jordan Expert (80 Dinar). Hepsi de 40 farklı destinasyona ücretsiz giriş sağlıyor farkları ise tek gün, 2 gün ve 3 gün ücretsiz Petra girişi sağlamaları. Biz Jordan Explorer alıp Petra’yı 2 gün gezdik.
Amman’dan Akabe’ye olan yolculuğumuzun ilk durağı uçuşumuzu gerçekleştirdiğimiz ve Ülke’nin başkenti olan Amman.
Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Amman köklü bir tarihe sahip. Şehrin en işlek caddesi ise Rainbow Street. Şehir merkezinde kalmayı tercih ederseniz her yere yürüyerek ulaşabilirsiniz ancak bunun avantajları olduğu kadar dezavantajları da mevcut.Bir kere her ne kadar turistik bir şehir olsa da yerli halk modern kadına alışkın değil. Bakışlarıyla bile çok rahatsız edeceklerinden emin olun ki bir de arabaların camlarından sarkıp ayyyy lavvv yuuuu diye bağıracaklar. Öncelikle buna hazırlıklı olun. Burası başka bir coğrafya. Ve ne yazık ki kadın 2. sınıf vatandaş. Bir erkeğin yasal olarak 4 eşli olabileceğini de belirtmeliyim. Bulunduğunuz topraklarda kesinlikle her adımda büyüleneceksiniz ama burası bir Arap ülkesi ve bunu size her an hissettiriyorlar.
Şehir merkezinde bulunan 6 bin kişilik Roma tiyatrosunun tarihi 2. yy a dayanıyor. Amman kalesi (Citadel) ise şehrin en eski yapılarından biri ve Ammandaki 7 tepeden birinde kurulmuş. Herkül tapınağı , Bizans Kilisesi , Emevi Camii ve Sarayı kalenin en önemli eserlerinden. Kalenin girişi 10 Dinar ancak Jordan Pass ınız varsa burada da geçerli.
Ülkenin en can alıcı noktalarından biri de Amman’ın 50 km. kuzeyinde bulunan Jerash antik kenti. Amman’dan çıkıp Jerash’a doğru yaklaştıkça başka bir Ülkeye gelmiş gibi hissediyorsunuz. Kral Jerash’da yaşadığı için bölge daha modern ve gelişmiş. Antik kentin en önemli özelliği ise dünya üzerinde en iyi korunmuş Roma kenti olması. Kente, M.S. 129 ylında İmparator Hadrian’ın ziyareti anısına yapılan Hadrian kapısından giriyorsunuz. Ve sonra göreceğiniz sütunlu yol, tiyatro , çok iyi korunmuş olan hipodrom, taklar ve tapınaklar hepsi sizi büyüleyecek ve çölün ortasında bir bir Arap ülkesinde olduğunuzu unutturacak. Kentin girişi 10 JOD tabi Jordan Pass ınız varsa şanlısınız.
Bu arada Amman sokaklarında gezerken mutlaka ve mutlaka şeker kamışını denemenizi tavsiye ederim. İnanılmaz bir lezzet. Üstelik epey faydalıymış da.
Amman ile Lut gölü arasında mutlaka görülmesi gereken 2 rota ise Medeba ve Nebo Dağı.
Medeba Ülkede hıristiyanların en yoğun yaşadığı bölge. Aziz George kilisesinin tabanında yaklaşık 2 milyon taş kullanılarak yapılmış kutsal toprakların bilinen en eski haritası olan mozaik ise görülmeye değer. Ne yazık ki günümüzde haritanın yalnızca 1/3 kadar kısmı duruyor. Diğer kısmı ise kayıp. Haritada ölü deniz ve Kudüs’ün büyük ölçüde yer almasının sebebi ise bölgelerin önemini vurgulamak.
Tavsiye etmiş olduğum rotayı uygularsanız Nebo Dağ’ı, Amman’dan Lut gölüne inerken zaten yolunuzun üzerinde olacak. Ayrıca vakit kaybetmeniz ya da aynı yolu iki kez geçmeniz gerekmeyecek. Giriş 2 dinar. Jordan Pass ınız ne yazık ki burada geçmiyor. 12 yaşına kadar çocuklar ücretsiz.
Bölge, Hristiyanların Hz.İsa’nın hac yolunun buradan geçtiğine inandıkları için, Tevrat’a göre ise Hz. Musa’nın Mısır’dan gelirken İsrailoğulları’na vaadedilmiş toprakları ilk gösterdiği yer ve aynı zamanda öldüğüne inanılan dağ olduğu için önemli bir yere sahip. Ayrıca Hz. Musa’nın Mısır’dan kutsal topraklara yaptığı yolculuğun son durağı. Burada bulunan kilisenin ise Hz. Musa’nın ölüm yerini belirlemek için yapıldığına inanılıyor. Seyir terasından aşağı baktığınızda ise yüzyıllardır bu topraklar uğruna devam savaşlar yüzünden içinizin ürpermemesi mümkün değil.
Tepede göreceğiniz bronz heykel ise Hz.Musa’nın asasını simgelemekte. Bilindiği üzere Hz. Musa Kur’an ‘da adından en çok bahsedilen ve en çok mucizeyi gösteren peygamberdir. Yaratıcı, Musa’nın asasına mucize yaratma kudreti vermiş ve bu sayede Hz.Musa Kızıldeniz’i yararak İsrailoğullarını Firavun zulmünden kurtarmıştır.
Nebo Dağ’ından sonraki durağımız Lut gölü, yani ölü deniz. -430 rakımı ile dünyanın en alçak noktası. Söylerken çok basit sıradan bir yermiş gibi geliyor , dünyanın en alçak noktası.. Ama deniz seviyesinden aşağı iniyorsunuz. Bir de 817 mt yüksekten, Nebo Dağından aşağı indiğinizi düşününce dalış yapanlarınız bu kısmı çok daha iyi anlayabilirler kulaklarınız tıkanmaya ve eşitleme ihtiyacı hissetmeye başlıyor. Üzerinize bir ağırlık çöküyor ve oluşan basınç farkını aşağı inene kadar tüm duyularınızla hissedebiliyorsunuz. Neyse ki çok uzun sürmüyor.
Lut gölü, %33 tuz oranı ile dünyanın en tuzlu gölü. Yüksek tuz oranı sebebiyle içinde hiçbir canlı yaşamadığı için de bir diğer adı ölü deniz. Tabi yüksek tuz oranı sayesinde de batmıyorsunuz. Kitabınızı okurken o meşhur fotoğrafı çektirebiliyorsunuz. Tabi her zaman madalyonun öteki yüzü var. Batamadığınız için yüzemiyorsunuz da. Bir de tadına bakmaya kalkmayın tuzlu değil, direk acı. Gözlerinize değdiği zaman da biraz yakıyor. Çok da abartmamak gerek bazı bloglarda dayanılmaz bir acı olduğu yazıyordu. Öyle de değil.
Bölgedeki çamurun ise bir çok cilt hastalığına iyi geldiği söyleniyor.
Aynı zamanda Lut Gölü Kur’an da belirtildiği gibi Lut kavminin helak olduğu yer olarak biliniyor. Göl aslında aktif bir sismik bölge yani deprem kuşağında. Gölün tabanı ise tektonik bir çöküntü içinde. Hem ilahi kaynaklar hem de bilim adamlarının doğruladıkları üzere bölgede çok büyük bir felaket yaşanmış ve bir medeniyet ortadan kaybolmuştur.
Bu arada belirtmeliyim ki Lut gölünün yarısı Ürdün yarısı İsrail topraklarında.
Yalnız ölmek için doğmuş,
Kalabalık insanlarız..
Çok seveceğiz,
Yalnız ve pişman öleceğiz..
Her tarihi mekana girdiğimde hep çok derinden hissetmişimdir. Kim bilir nelere tanık oldu bu sessiz duvarlar. Ne acılara , ne mutluluklara ne ölümlere ne kavuşmalara ne ayrılıklara. Bu denli ketum bu denli heybetli bu denli güçlü olabilse keşke insan..
Petra, Vadi Rum ve Akabe gezi notları için bir sonraki yazı da görüşmek üzere..
Posted by ismetadmin on 27 Eylül 2017 in
Neredeydim.. |
∞
Kelimenin tam anlamıyla çok keyifli bir şehir Belgrad. Hele ki bahar ve yaz aylarında. Elbette Kalemegdan ‘ı gezmeli , Tuna ve Sava nehirlerinin nefis manzarasının tadını çıkarmalı, tarih bilgilerinizi güncellemelisiniz ama sonra atın kendinizi Belgrad sokaklarına. Bırakın kalorileri düşünmeyi her şey çok ama çok lezzetli ve bir o kadar da ucuz. Bir önceki yazım olan Belgrad Gezi Rehberinde de belirttiğim gibi 1 EURO yaklaşık 118 Sırp dinarı. 100 Euro bozdurduğunuzda11.800 dinarınız oluyor bir tomar para ile dolaşıyorsunuz. Üstelik Türklere vize de uygulanmıyor. Peki markette bira ne kadar sizce ? 55 Sırp Dinarı yani 2 TL bile değil. En lüks restoranda ne kadar derseniz sadece 150 Sırp dinarı. Meşhur içecekleri olan rakijanın bir shotu ise yine en lüks restoranda 200 dinar. En meşhur biraları Jelen tabi biz hemen hemen hepsini bolca denedik ve biz de Jelen de karar kıldık.
Ben keyif insanıyım shot içecekler pek bana göre değil bu yüzden Rakija için çaçanın bir tık tatlısı diyebilirim. Çaça yani Gürcü votkası içenler bilirler. Şöyle ağzınızdan midenize geçene kadar olan bütün hücreyi hisseder, midenize indiği anda da midenize iyi bir yumruk yemiş gibi olursunuz. En azından ilk içişimde ben böyle hissetmiştim. Sonrakilerde artık tecrübeli olduğum için sadece geçtiği her hücreyi ezberliyorum. Rakija da hemen hemen çaça gibi.
Ne demiştim, bırakın kalorileri hesaplamayı. Bol bol şehri adımlayın ve gördüğünüz Pekara ‘ ya dalın. Hele ki Toma.. Pekaralar bizdeki pastane gibi yerler. Ama çeşit çok bol. Börekler, kurabiyeler, donutlar ve hepsi çok nefis. Börekler çok taze gibi görünmüyor aman diyorsun bizdekiler daha iyi ta ki tadına bakana kadar.
Eğer Sırp lezzetlerini tatmak isterseniz Cevapi adını verdikleri köfte ile başlayabilirsiniz. Onu da en iyi Drama Cevapi de yiyebilirsiniz. Yanında getirdikleri ekmekler , kaymak ve acı sos da nefis. Ev yapımı sosislerini de denemeden olmaz tabi. Biz karnımız tok olmasına rağmen yedik tabi bir yemek blogu yazarı ile yola düşünce görülmesi gerekenler yerlerin yanı sıra tadılması gereken lezzetleri de es geçmemek gerek dimi ama.
Sırp lezzetleri ile devam edeceğim derseniz Skadarlija (Skadarska) rengarek çiçeklerle bezeli “Kafana” adı verilen tavernaları ile ünlü 7/24 canlı bir sokak.
Hemen hemen her restoran birbirinden renkli ve şirin.Akşamları da canlı müzik var. Ama en iyisinin Dva Jelena olduğunu öğrenince biz rezervasyonumuzu Dva Jelena’ya yaptırıyoruz. Mutlaka gitmeden bir gün önce rezervasyon yaptırmalısınız yoksa akşam yemeği için yer bulmak imkansız.
Buraya kadar nasıl söylemedim bilmiyorum ama bu şehirde yemekler iki kişilik. Her yemek sipariş verişimizde bir sonraki sefer iki kişi bir yemek söyleyelim dedik ama hiçbir seferinde de öyle yapamadık. Melikoşuma söylediğim tandır ile sanırsınız ki anaokulu doyacak. Neyseki kendisi bir et canavarı. Ben dersime çalışıp geldiğim için ne yiyeceğimi biliyorum. Cevapi kadar meşhur olan Karadordeva söylüyorum. Domuz eti yemiyorsanız tavuk tercih edebiliyorsunuz. Şinitzelin sarılarak yapılmışı ama içine kaymak konarak yapılanından. Şöyle bir bıcak darbesinden sonra kaymak tabağınıza akmaya başlıyor eti şöyle kaymağın içinde bir dans ettirip lezzetin doruğuna ulaşıyorsunuz. Salataya bakınca eyvah hayal kırıklığı mı diyorsunuz ama ön yargılı olmayın tadı nefis. Özellikle peynir yunan salatasının üzerindeki feta gibi lezzetsiz değil. Yunanlılar onca nefis peynirleri varken neden o diyet peyniri gibi peyniri salataya koyarlar anlamak mümkün değil.
Dilerseniz Sırp yemekleri dilerseniz dünya mutfaklarını tadabileceğiniz Little Bay’ da hem dekorasyonu hem de lezzetleri açısından kesinlikle önerebileceğim bir yer.
İçerisi opera tarzında döşenmiş. Localarda garsonu çağırmak için ziller var. İçecek olarak ev yapımı şarapları iyi. Eğer akşam yemeği için gidecekseniz yine rezervasyon yaptırmalısınız. Gündüz saatlerinde daha boş oluyorlar.
Ama artık ben biraz da İtalyan yemekleri, pizza , makarna yemek istiyorum derseniz tercihiniz kesinlikle Boutique olmalı. Biri Kneza Mihailova diğeri Cumhuriyet meydanında olmak üzere 2 tane var ama bence Cumhuriyet Meydanındaki en keyiflisi. Pizzaları kesinlikle harika ama demedi demeyin küçük boy söyleyin. Bizdeki orta boydan büyük. Tabi Jelen’ siz olmaz.
Peki Belgrad’dan ne alacağız derseniz ben bolca ajvar sos aldım. Közlenmiş biber, patlıcan ve domates ile yapılmış lezzetli bir sos. Eğer içimini severseniz Rakija alabilirsiniz.
Renkli , neşeli, lezzetli bir tatil için gözü kapalı tercih edilebilecek bir şehir Belgrad. Hatta vizesiz olması dolayısıyla hafta sonu için bile gidip gelebilirsiniz.
Yolculuklar ve kitaplar eksik olmasın hayatınızdan..
Posted by ismetadmin on 21 Eylül 2017 in
Neredeydim.. |
∞
Keşfetmek için bakıyor ve özümseyerek yaşıyorsanız eğer hayatı her yeni yolculuk kendinize attığınız yepyeni bir adımdır aslında.. yürüdüğünüz sokaklar, dokunduğunuz duvarlar, geçtiğiniz kapılar kendinize çıkar eninde sonunda. En çok nerede kendimizi bulmuşsak oraya ait değil miyiz ? Her hangi bir anda her hangi bir yerde zamansız mekansız oluvermez miyiz ? bir koku, bir esinti, bir ürperme bizi o ana taşımaz mı? yaşadığımızı iliklerimize kadar hissettiğimiz o yer, o sokak ,o an , o ayna, o kapı, ait olduğumuz yer! işte orası.. Nerede hissetmişsek kalbimizi, nerede acımışsa , nerede burkulmuşsa, nerede istemsizce dört nala koşmaya başlamışsa ait olduğumuz yer! işte orası..
Belgrad benim için , henüz kaleme alamadığım, mistik ve büyülü Mezapotamya’dan sonra dinlendiğim, keyif aldığım, tazelendiğim bir rota oldu. Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği noktada kurulmuş olan şehir tam 357 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmış. Bu sebeple pek çok ortak kelimemiz bile var. Börek ,yastık, yorgan , badem , dut, çelik , yelek gibi..
Belgrad gezi rehberimde sizlere Belgrad da nerede kalınır? Belgrad da gezilecek yerler nelerelerdir? Belgrad da ne yenir ? nerede yenir ? Belgrad dan ne alınır ? hepsini tüm detaylarıyla anlatacağım. Para birimi Sırbistan dinarı. 1 Euro yaklaşık 118 dinar. Havalanında para bozdurmak için makinalar var. Şehirde de döviz bürolarından bozdurabilirsiniz. Öncelikle belirtmeliyim ki Türklere vize uygulanmıyor. Bu sebeple de keyifli bir hafta sonu geçirmek için bile Belgrad’ı tercih edebilirsiniz. Pek çok havayolunun da hemen hemen her gün Belgrad’a uçuşu var. Hava alanından şehre ise 300 RSD karşılığı A1 veya 150 RSD karşılığı 72 no’lu otobüs ile kolayca ulaşabiliyor. Biz kaldığımız bölgeye yakın olması dolayısıyla 72 no’lu otobüsü tercih ettik. Otobüs her saati 15 ve 45 geçe kalkıyor. Dönüş içinse indiğiniz durakta kalkış günü ve saatlerini görebileceğiniz tabelalar var. Bildiğiniz belediye otobüsü, son durağı Zelena Venac. Yani meşhur Kneza Mihailova caddesinin bir alt sokağı. Otobüsten indikten sonra yaklaşık 10dk lık bir yürüyüşten sonra kalacağımız yere ulaşıyoruz. Yerimiz tam Kneza Mihailova caddesinin ortasında olduğu için sağa gidersek Cumhuriyet meydanı 3 dk lık yürüme mesafesinde sola gidersek ise Kalemegdan yaklaşık 10 dk lık yürüme mesafesinde. Dolayısla Belgrad’da kalınabilecek en iyi yer en ünlü caddeleri olan Kneza Mihailova.
Keyifli bir Kneza Mihailova yürüyüşünden sonra gezimize ilk olarak Kalemegdan yani Kale Meydanı ‘ndan başlıyoruz. Tuna ve Sava nehirlerinin birleştiği , nefesinizi kesecek bir manzaraya sahip olan Kalemegdan; Osmanlı’dan kalma eserlere de sahip geniş bir alan üzerinde kurulmuş. Eğer şehirde 2 günden fazla kalacaksanız ilk gününüzü buraya ayırmanızı öneririm.
Kalemegdan da mutlaka görülmesi gereken eserler ise;
Fransa’ya şükran anıtı
Balıkçı çeşmesi
Viktor Anıtı
Sokullu Mehmet Paşa çeşmesi
Paşa Konağı
Mora Fatihi Damat Ali Paşa Türbesi
Askeri Müze
Kale Müzesi
Ruzica Kilisesi
Aziz Petka şapeli
Kalenin içerisinde yorulunca dinlenebileceğiniz, nefis manzarası olan bir de cafe var.
Cumhuriyet meydanı gecesiyle gündüzüyle şehrin en keyifli noktalarından biri. Meydandaki heykel, Türkleri Sırp topraklarındaki son 7 şehirden çıkaran ve eliyle İstanbul’u işaret ederek gitmelerini söyleyen Prens Mihailo. Heykel’in arkasındaki bina Ulusal Müze ve yukarıdaki resimde görünen karşıda görünen bina ise Ulusal tiyatro.
Hotel Moskova , Belgrad’ın en bilinen oteli. Ünlüler ve zenginler burada kalıyormuş.
Caddeden aşağı doğru indiğinizde ise sırasıyla eski saray ve yeni saray yer almakta.
Aynı caddenin sonunda ise Dünyanın en büyük ortadoks kilisesi olan Aziz Sava kilisesi var.
Yapımına 1935 yılında başlanmış olan kilise içindeki mozaikler tamamlanmadığı için hala yapım aşamasında. Mozaiklerin ise , Sırp ortadoks kilisesinin 800. kuruluş yılı olan 2019 da tamamlanması planlanıyor.
Kliseyi gezdikten sonraki rotanız Nicola Tesla müzesi.
“İnsan imkansızı başarabilir sözü yetersizdir çünkü insan imkansızın da ötesine geçebilir” diyen Nicola Tesla bir elektrik dehası. Alternatif akımın mucidi. Akıl sınırlarını zorlayan , amacı patent almak değil üretmek olan sıra dışı bir insan.
Tekrar Cumhuriyet meydanına geri dönüş yolunda ise sırasıyla Aziz Mark Kilisesi , Taş Meydan ve Sırbistan Meclis Binası göreceksiniz.
Aziz Mark Kilisesi etkileyici mimarisi ile Belgrad’ın mutlaka görülmesi gereken noktalarından. Yanındaki meydana taş meydan denmesinin sebebi ise eski binaların yapımında buradan çıkarılan taşların kullanılması. dinlenebileceğiniz ve güvercinleri besleyebileceğiniz harika bir parka sahip.
Ve Sırbistan Ulusal Meclis Binası
Sdarlija (Skadarska) ise Paris’in Montmarte bölgesi ile karlılaştırılan Belgrad’ın eski ve en canlı mahallesi. Sokak boylu boyunca “Kafana” adı verilen akşamları canlı müzik eşliğinde nefis yemeklerin yendiği, rajikaların neşeyle tüketildiği tavernalar ile dolu.
Ama ben şimdilik bu bölgeden bu kadar bahsedeceğim. Devamı Belgrad’da ne yenir ? yazısında olacak.
Ve şehrin en keyifli bölgesine Ada Ciganlija’ya götüreceğim sizi. Peki nasıl gidilir bu şirin bölgeye Zelena Venac ‘tan kalkan 53 numaralı otobüs en kolay yol. Daha önceden bilet almanıza gerek yok otobüse binerken şöförden kişi başı 150 RSD karşılığı bilet alabilirsiniz. Almamazlık etmeyiniz zira sürekli kontrol var ve cezası yüksek.
Belgrad’a gelmişseniz mutlaka Ada’yı görmelisiniz ve gezmek için 1 gün ayırmalısınız. Hatta bir sonraki bahara tekrar gelmek isteyeceğinizin bile garantisini verebilirim. Bu arada yeri gelmişken bence Belgrad’ı gezmek için en iyi aylar Eylül ve Mayıs ayları. Hatta hazırlıklı giderseniz ada da nehre bile girebilirsiniz. Bizim gittiğimiz gün hava 30 dereceydi. Benim Melikoşum bu tatilde deniz yoksa nehir de mi yok deyip ayakkabılarını çıkardığı gibi daldı suya. Neyseki annemiz tedarikliydi.
Ada da yürüyerek gezebildiğiniz gibi bisiklet de kiralayabilirsiniz. Bir tarafı plajlar, nehir kenarında şirin cafeler, restoranlar, eğlence merkezleri, parklar olan adanın diğer tarafı ise her biri ayrı ayrı sanat eseri gibi görünen nehir evleriyle dolu.
Kim böyle keyifli bir sabaha uyanmak istemez ki ?
Günaydın gül yüzlü sevdiğime,
günaydın yeryüzünü aydınlatan yeni güne,
günaydın gün görmek için bekleyene,
günaydın, günaydın , günaydın,.. diyerek..
Nazım Hikmet Ran
Posted by ismetadmin on 05 Haziran 2017 in
Neredeydim.. |
∞
Tam burada durduğumda bir kez daha anladım ki; duvarlar yıkılınca ortaya çıkıyordu güzellikler.. Savaşmak için gerekliydi surlar ve yüksek duvarlar. İnsan dediğine baktın mı bir kez ardı görünmeliydi gülüşünden, nezaketinden.. Savaşmak ve kırmak dili ile gönlü bir olmayanların işiydi..
Hazır yaz ve bayram tatili geliyorken tarih ve doğanın iç içe geçtiği, pırıl pırıl denizi ve 6 kapılı kalesi ile sizi büyüleyecek bir zaman yolculuğuna çıkalım beraber. Eyliya Çelebi’nin sehayatnamesinde “Çok memleketler gördüm ama böylesine rastlamadım” dediği, Şövalyeler adası Rodos’a yelken açalım.. UNESCO’ un Dünya Kültür Mirası Anıtları listesinde yerini alan Rodos’a nasıl gidilir, Rodos’ta gezilecek yerler nereleridir, Rodos’tan neler alınır hepsini sizler için Rodos gezi notları olarak hazırladım.
Rodos’a Marmaris’ten her gün Yeşil Marmaris ‘in hafta içi günde iki kez seferi var. Linke tıklayarak sefer saatlerine fiyat bilgisine ulaşabilirsiniz. Yolculuk 1 saat sürüyor ancak Liman’a ulaştıktan sonra içeri girmeniz 1 saatten fazla zaman alıyor buna hazırlıklı olun. Sakız Adası ve Midilli’nin aksine giriş biraz sıkıntılı. Sıra olabileceğiniz bir alan yok. Feribottan iner inmez gümrük kapısı var ve ister istemez yığılma oluyor. Ada’nın merkezi Old Town ve New Town olmak üzere 2 bölgeye ayrılıyor. Her iki bölümde kalmak için ideal. Her yer yürüyüş mesafesinde ve tüm rotalar çok keyifli.
Antik dönemde, yukarıda gördüğünüz resimdeki geyik heykellerinin yerinde dünyanın yedi harikasından biri olan Rodos Heykeli “Kolossos” varmış. Ada’nın ilk sakinleri olan Dor’lar güneş tanrısı Helios’a taparlarmış. M.Ö.281-280 yılında Makedonya Kralı Demetrios’la yaptıkları bir savaşı kazandıktan sonra zafer anıtı olarak ve ilahları Helios’a şükran borçlarını ödemek için, Rodos limanının girişine tunçtan, 32 metre yüksekliğinde , elinde meşale tutan büyük bir Helios heykeli yapmışlar. Ne yazık ki heykel 50 yıl sonra büyük bir depremde yıkılmış. Adadaki tüm hediyelik eşya satan dükkanlarda boy boy kolossus heykeli bulabilirsiniz.
Kaleler, surlar, şövalyeler, büyük kapılar benim için her zaman heyecan verici olmuştur. O taş duvarlara dokunmak, yaşanmışlıkları hissetmek ve her seferinde dudaklarımdan dökülen Cezmi Ersöz mısraları..
Eski bir kadınsın sen,
aşkı öğretmek için tekrar tekrar dirilen…
Ölümünü bekletiyor şimdi seninle
sevdası yarım kalmış ömürler.
Boğulmuş ve kanla karışmış yüzü denizin
sevginle duruluyor…
Aşk, unutulmuş bir sanat gibi,
ağırbaşlı bir çileyle öğreniliyor şimdi
Eski bir kadınsın sen,
aşkı öğretmek için celladını tekrar tekrar
dirilten…
Ada, tam 213 yıl, Selahattin Eyyubi tarafından Kudüs’ten kovulan Malta Şovalyelerinin himayesinde kalmış. Old Town bölgesini çevreleyen bu devasa surlar ise o dönemde yapılmış. Limandan çıkıp sahil boyunca yürürken bir kapı seçin kendinize ve geçin o kapıdan tarihin derinliklerine.
Hipokrat meydanına geldiğinizde çarşının da merkezine gelmişsindir demektir. İrili ufaklı tavernaları, hediyelik eşya satan dükkanları ve her biri tarihin başka zamanlarına giden sokakları ile her daim cıvıl cıvıl bir yer burası.
Kanuni’nin Rodos’u fethinden sonra tam 390 yıl Osmanlı himayesinde kalan ada da Osmanlı döneminden kalma saat kulesi, pek çok çeşme ve camii bulunmakta. Aşağıda gördüğünüz resimde arkada kalan Kanuni Sultan Süleyman Camii ve hemen alt resimde değişik mimarisi ile Ağa Camii
Tarihin iç içe geçtiği sokaklarda sizi şovalyeler döneminden kalma en eski binalardan olan Büyük Üstatlar sarayı karşılayacak. Bu devasa saray günümüzde müze olarak kullanılmakta. Yaz döneminde Pazartesi saat 13:30-20:00 arası, diğer günler saat 08:00-20:00 arası, Kış dönemi ise Pazartesi günleri kapalı, diğer günler saat 08:30-15:00 arası açık olan müzeye giriş ücreti 5 EURO.
Ve hemen yanından şovalyeler caddesine çıkacaksınız. Ağır adımlarla ve tarihi ciğerlerinize çekerek yürüyün bu yoldan. Kaybolun sokakların arasında
Ve nihayet sokaklar yine denize açıldığında tarihin derinliklerinden sıyrılıp New Town’a doğru o upuzun ve pırıl pırıl sahil şeridinde güneş batana dek yürüyün.
Ertesi gün ki planımız araba kiralayıp Lindos’u gezmek olmasına rağmen uyanıp pırıl pırıl güneş ile karşılaşınca, bu seferlik bu kadar gezi yeter biraz da keyif deyip biralarımızı çantamıza atıp soluğu sahilde aldık. Böylesine temiz ve berrak bir sahilde Melikoş hanım arkadaşları ile deniz ve kumun keyfini çıkarırken. Biz de sezonun ilk denizine girmiş olduk. Tabi benim bir de ahtapot ile burun buruna gelme hikayem var. Ayağımı denize atmış bir iki adım gitmiş kendimi öylece sulara bırakmak üzereyken önümden keyifle geçen bir karaltı fark ettim, önce ne olduğunu anlayamadım ama kendisi ayaklarımın dibine kadar gelip bana reverans yapınca bir ahtapot olduğunu fark ettim. Ayaklarımın dibine kadar gelip benim için dans eder gibi bir iki döndü ve aynı hızla uzaklaşıp gitti. Eğer 2 dk daha önce denize girmiş olsaydım bu kadar keyifle anlatamayabilirdim. Neyse ki birbirimize yapışmadan sadece bakışarak atlattık. Keyif, huzur, tarih, nefis yiyecekler ve bol uzo lu bir tatil düşünüyorsanız Rodos kesinlikle biçilmiş kaftan.
Ada’nın en kuzey ucunda bir de akvaryum var. Biz daha önce Antalya daki akvaryuma ve Londradaki akvuryuma gitmiş olduğumuz için içeri girmedik. Ama çocuklar için eğlenceli olabilir. Vaktiniz var ise bir görün derim.
Posted by ismetadmin on 30 Mayıs 2017 in
Lezzetperisinden tarifler |
∞
Dün akşam Fen Bilgisi sınavına çalıştırırken tüm soruları eksiksiz cevapladığı fark eden Melikoş hanım “Vayy be somon çorbası işe yarıyormuş” diye mırıldanıp kendisinden kocaman bir ısırık almama sebep olunca Helsinki gezi rehberinden önce orada öğrendiğim bir tarifi yayınlamak istedim. Helsinki ‘de bulunduğum 3 gün boyunca her gün bir öğün mutlaka somon yedim hepsinin lezzeti bir başkaydı ama bu yediklerimin en iyisiydi diyebilirim zira hemen tarifini istedim ve gelir gelmez ilk iş soluğu balıkçıda aldım. Bunu herkes denemeliydi , özellikle de Melikoş hanım. Sanırım 1 kutu balık hapından alacağı kadar omega 3 ve vitamini bu çorbadan aldı.
Aşağıda gördüğünüz tablo gibi fotoğraf ise Helsinki ‘deki kapalı pazardan balık sevmeyenin bile sevesi geleceği bir görüntü. Malzemeler ;
- 1 kg somon (eğer kafasını da alabilirseniz çorbanız daha da lezzetli olacaktır)
- 3 adet orta boy patates
- 3 adet büyük boy havuç
- 15-20 sap dereotu
- 1 büyük soğan
- 10 adet kadar tane karabiber
- 1 limon
Yapılışı ;
- Balığı güzelce yıkayıp büyükçe bir tencere 2,5lt suda soğan ve karabiber taneleri ile haşlayın. Somon çabuk pişecektir eğer fileto veya dilim olarak aldıysanız eti pembeleşince kevgir yardımı ile kaynayan sudan alın. Kafasını da alabildiyseniz o 20 dk kadar daha güzelce kaynadıktan sonra süzün. süzdüğünüz su yeteri kadar yağlı bir balık suyu olacağı için ayrıca yağ eklemeye gerek yok. Küp küp doğradığınız patates ve havucu ilave edip tekrar ocağa alın. Bu esnada balık etlerinden derilerini temizleyip balığı parçalayın. Parçalar çok küçük olmasın. Patates ve havuç yumuşayınca balık etleri , ince kıyılmış dereotu ve yarım limon suyunu da ekleyin. Limonun diğer yarını da ince dilimler halinde kesip çorbaya ilave edin. Hepsi birlikte 10 dk. kadar kaynayıp özleşince çorbanız servise hazır demektir.
Posted by ismetadmin on 09 Mayıs 2017 in
Lezzetperisinden tarifler |
∞
Hikayesi olan bir hayat, yaşanmış bir hayattır. Hikayeleri olan bir hayat ise yaşandığına değmiş bir hayat!. Hele ki bir hayatın içine bir çok hayat sığmış ise..
Bir koltuğa kaç karpuz sığar level ini , eteğimdeki taşları dökünce atladım. Vakit kaybetmek için çok kısaydı hayat, hele ki değer yargıları düşük insanların içinde.
Kocaman bir hayat akıyordu önümüzde ve ne kadar doldurduk kovamızı o kârdı yanımıza.
Hıfzı Topuz’un kaleminden Nazım Hikmet’i okuyorum bu ara. “Hava Kurşun Gibi Ağır”. Yokluğu yara yara, var olan bir hayat. Bir tarafta cehalet, hem de ne cehalet bir tarafta öğrenme aşkıyla yanıp tutuşan vatanperverler. Cehalete karşı kalem ile açılan savaş, açlık ve hastalıklar arasında yayan gidilen km’ler. Yine de umut, yine de umut, yine de mücadele. Hem de doğmak, yemek, üremek ve ölmekle meşgulken bazıları..
Hava kurşun gibi ağır
Bağır bağır bağır bağırıyorum….
Koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum…
O diyor ki bana:
— sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem gibi yana yana…
Dert çok, hemdert yok
Yüreklerin kulakları sağır…
Hava kurşun gibi ağır…
Ben diyorum ki ona:
— kül olayım kerem gibi yana yana.
Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..
Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır bağır bağır bağırıyorum.
Koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum…..
Bu aralar ben diye başlamıştım bir önceki yazıma, yine bu aralar ben yeni bir maceraya daha atıldım. Kanyoning eğitiminin yanı sıra ilk yıldızımı almak için dalış eğitimine de başladım. Geçen cumartesi ise ilk iki dalışımı yaptım. Tabi bu arada mutfak maceralarım da devam ediyor. Yine sizlere nefis bir tarifim var. Artık peynirimizi de evde yapıyoruz. Ve sizi hiç korkutmasın yoğurt yapmaktan kolay. Vereceğim tarif ile 5 kg. sütten yaklaşık 1 kg kadar hiç katkısız nefis bir peynir elde edeceksiniz.
Malzemeler ;
- 5 kg. süt
- 1/2 su bardağı elma sirkesi
- 2 yemek kaşığı kaya tuzu
- Tülbent
- Süzgeç
Yapılışı ;
- Tülbentinizi 15-20 cm kadar büyüklüğünde bir süzgecin üzerine serin süzgeci bir sağlam kabın üzerine oturtun.
- Sütü ocağa alıp kaynamasını bekleyin. Kaynamaya başlayınca sirkeyi ilave edip 1- 2 dk daha kaynatın ve kesilmeye başlayınca kevgir yardımı ile tülbentin üzerine alın. Tüm topakları bu şekilde alınca tülbentin ağzını sıkıca bağlayın ve üzerine 10 kg kadar ağırlık koyun. 3 – 4 saat kadar tüm suyunun süzülmesini bekleyin. Süzülen suyu bir kenara alın. Peyniri tülbentin içinden çıkarıp dilimleyin ve bir kavanoza yerleştirin. Ayırdığınız suya kavanozunuzun büyüklüğüne göre kesilmiş sütten artan kalan sudan ilave edin 2 yemek kaşığı tuzu da koyarak güzelce karıştırın. Biz çok tuzlu sevmiyoruz bu sebeple 2 kaşık bizim için yeterli oluyor. Eğer size tuzu az gelirse bir miktar daha tuz ilave edebilirsiniz. Hazırladığınız suyu peynirlerin üstünü örtecek kadar kavanoza dökün. Peyniriniz hazır.
Posted by ismetadmin on 05 Nisan 2017 in
Hamur İşleri ve Börekler |
∞
Bu aralar ben.. Bu aralar ben keşfetmek için çıktım yola. İlk keşfettiğim elbette yepyeni bir kadın oldu içimde. Bu diğerlerinin tüm özelliklerini katlayan çok daha donanımlı bir kadın. Henüz 40’a 1 varken içimden çıkan bu kadın daha dayanıklı, daha deli , daha cesur, daha korkusuz, daha gözü pek ve çok daha güler yüzlü, çok daha sevgi dolu. Ne zaman hayat yoksun ve mahsun bıraktı beni bir kez daha , ne zaman bir acıyı , bir yokluğu çok derinden hissettim tam da o zamanlarda hep yeni bir kadın daha fark ettim içimde. İçimdeki cesur ve deli kadını tanımıştım zaten ama bu çok daha korkusuz. Bir çok insanın değil yapmaya bakmaya cesaret edemeyeceği bir eğitim alıyor; Canyoning. Yani; çeşitli özel teknikler ve malzemeler kullanarak, zorlu yürüyüş, atlama, tırmanma, yüzme gibi birçok branş ve beceri yardımıyla yapılan Kanyon Geçiş faaliyeti eğitimi. Emin olun ilerleyen günlerde pek çok yazı yazacağım ve deneyimlerimi paylaşacağım sizlerle. Büyüleneceksiniz o kanyonların güzelliği ile.
Topuklarını tıkırdatan o döpiyesli kadın aynı zamanda gezgin ruhlu bir kadın olmuştu ama yine de hiç kirlenmemişti ayakkabıları. Bir saçlarım bozulmamalı, bir ayakkabılarım kirlenmemeliydi. Bembeyaz spor ayakkabıları giyen ve ona toz dahi kondurmayan, eve gelince tertemiz kutusuna koyan kadın şimdilerde her pazar ayakkabılarının tozuna hayran olan kadın haline geldi doğanın sunduğu o muhteşem tazeliği hissedince. Elbette severdim doğayı herkes gibi, National Geo’da seyredince en çok da. Meğer ekranda görünen milyonda , milyarda ancak biriymiş o güzelliğin. Neredeyse 7 ay kadar önce trekking ile başlayan doğa maceram canyoning eğitimi ile devam ediyor. Ve bakalım daha ne maceralar gelecek bu eğitimle birlikte. Bana doğayı sevdiren Macera Kulübüne huzurlarınızda teşekkürlerimi borç bilirim. Önceleri, biraz hayattan , biraz mutfaktan tariflerini, zaman zaman anılarını, sevinçlerini, acılarını , şimdilerde bol bol gezi yazılarını okuduğunuz bu kadının şimdi sıra geldi doğa maceralarını okumaya. Belki birlikte yürürüz bile. Elbette topuk tıkırtılarımdan asla vazgeçmedim ama umuyorum bu maceraperest kadını da seversiniz.
Not; O resimdeki çiçeği koparmadım. Demiş ki Buda “Eğer bir çiçekten hoşlanırsanız, onu dalından koparır alırsınız ama onu severseniz her gün sularsınız. Bilmem belki kulağınıza bir küçük kıssadan hisse olur.
O zaman gelsin tarif. Puf puf kabaran, ağzınızda tel tel dağılan, pamuk gibi bir poğaça bu. Hele de fırın tepsisine çiçek ekmek gibi dizip pişirirseniz çok daha lezzetli oluyor.
Malzemeler ;
- 1 şişe maden sodası
- 1 su bardağı süt
- 1 su bardağı sıvı yağ
- 3 yumurta
- 2 paket instant maya
- 100 gr oda sıcaklığında tereyağı
- 1 tatlı kaşığı tuz
- 4 tatlı kaşığı şeker
- 5 – 6 su bardağı un
- Dilediğiniz iç malzemesini hazırlayabilirsiniz. Hatta her beze için aynı iç bile olur.
Yapılışı ;
- Süt, soda ve sıvı yağı aynı kabın içinde ocağa alın ve ılık oluncaya kadar ısıtın, yoğurma kasesine alıp tuz, şeker , maya ve 2 tanesinin sarısını ayırdığınız yumurtaları ekleyin ve maya eriyene kadar elinizle karıştırın. tereyağını ilave edin ve unu azar azar ekleyerek yoğurun. Çok çabuk toparlanan bir hamur elinize yapışmayacak hale gelir gelmez un eklemeyi bırakabilirsiniz. Hamuru 20 dk. mayalandırdıktan sonra ceviz büyüklüğünde bezeler koparıp içlerine 1 tatlı kaşığı dileğiniz iç malzemesini koyun ve kapatıp tepsiye çiçek şeklinde yerleştirin. ayırdığınız yumurta sarılarını sürüp dilerseniz susam, çörek otu veya iç ayçekirdeği serpip 20 dk daha mayalandırın. 180 derece önceden ısıtılmış fırında üzeri kızarana kadar fırınlayın.
- Sonra da yürüyüşlerde yanınızda getirin molalarda beraber tadına bakalım 🙂
Posted by ismetadmin on 06 Mart 2017 in
Neredeydim.. |
∞
Roma, zıtlıkların aynası, içinde bir Ülke; bir dini merkez barından, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük İmparatorluklarından birinin kalbi , tutkunun, aşkın, sanatın ve vahşetin doğurduğu bir başkent. Ölümün içinden hayatı, hayatın içinden ölümü çıkaranların şehri..
Bir tek tutkulu insanlar değiştirebilir hayatın kaderini, diğerleri ise yalnızca birer figürandır bu sahnede. Doğar, büyür, beslenir, ürer ve ölürler. Çok okumanız, çok gezmeniz, çok bilmeniz hiç biri hiç biri hiçbir anlam ifade etmez eğer içinizde bir parça tutku ve cesaret bulundurmuyorsanız. Bu böyledir, kabul etseniz de etmeseniz de!. Tarihe adını yazdıranlar ancak tarihin de kaderini yazanlardır. Ölümsüzlüğün formülünü bulanlar, 1900 sene de geçse dimdik ayakta dururlar, bir sütun üzerinde. Yaşamak nefes almak değilse, ölmek de nefessiz kalmak değildir. Her nefes o sütunun altında işte “Tiraianus Sütunu” dediğinde bir kez daha diriltir, hiç ölmemek üzere.. Günümüz Romanya topraklarında Dacialılara karşı açtığı savaş sonucu olağan üstü ganimetlerle Roma’ya dönen Tiraianus Roma’nın coğrafyasını değiştiren bir emir verir. Sütunlarla çevrili bir meydanı, henüz İ.S. 101 yılında kütüphaneleri , bazilikası ve resmi binası bulunan forum inşa edilecektir ki o dönemde yaşayan bir tarihçi “Gökler altında tek” “Tarifi zor ve fani insanoğlu tarafından taklit edilmesi güç” diyecektir.
Bir şehir ki bir anda vahşetin içinde bulursunuz kendinizi. İnsan hayatının hiç değeri yoktur, parçalanışını izlerken alkışlayanlar varken. Vahşetin yaşandığı , vahşetin izlendiği hatta vahşetin alkışlandığı yerden, bir saydam duvarla geçersiniz ölümsüzlüğün olduğu yere.
Bu kadar değersizken insanoğlu, parçalanırken bir yırtıcının pençesinde sonra birden; hayat verilmiş bir taşın, bir mermerin önünde bulursunuz kendinizi. Sadece ve sadece bir mermer iken, bir cansız varlık iken bir usta el onu “Pieta” yapar, hayat verir.. Öyle bir hayat ki ölümsüzlüğün dahi ötesinde, yarım asrı geçkin süredir görenleri hayran bırakan, ziyaretçi akınına uğrayan, dokunmak şöyle dursun yalnızca görebilmek için kilometreler aşılan. Ve bir duvar düşünün , bir tavan yalnızca, herhangi bir duvar, herhangi bir tavan bir taş yığını ama öyle bir el değer ki ; üzerine yaşamın özünü nakşeder, yüreğinden akan renkler ile. Tanrı’nın Adem’e hayat verişini resmeder. En az 1 km kuyruk bekleyip içeri girebildikten sonra ağzınız açık bakarsınız tavana.
İçindeki yaşam ateşini her meydana koyduğu çeşmelerle söndürmeye çalışanların şehridir burası. Nil’in , Ganj’ın , Tuna’nın , Rio de Plata’nın söndüremediği ateşin şehri. Tarihe adını yegane kadın olarak silinmez harflerle yazdıran; Kleopatra’nın şehri. Güzeldi, çirkindi, zekiydi, değildi hiç fark etmez adını duyunca hala herkesin gözünün önünde canlanan bir tanrıça değil mi ? Dolu dolu 5 gün boyunca adım adım gezdim bu şehri. Her yapının gecesini de gördüm , gündüzünü de!. Roma’da neler yapılır? Roma’da gezilecek yerler nelerdir ? Roma’da ne yenir ? Nerede yenir ? Roma’da mutlaka yapılması gerekenler nelerdir? Hepsini sizlere anlatacağım.
Öncelikle Roma büyük bir şehir. Gezilecek, görülecek çok yer var. Gitmeden önce mutlaka ve mutlaka güzel bir program yapmalısınız. Biz dolu dolu 5 gün kalmamıza rağmen hala doyamadım diyebilirim.
Roma’da 2 adet havaalanı var. Fiumicino ve Ciampino. Ciampino sadece Avrupa’dan yapılan uçuşlar için kullanılan bir havaalanı. Pegasus ve TYH ‘nin ise Fiumicino Leonardo Da Vinci havaalanına her gün düzenli seferleri mevcut. Peki havaalanından şehir merkezine nasıl ulaşacaksınız? Bunun için birkaç seçenek mevcut. Ben rahatıma düşkünüm derseniz taksi ile şehir merkezi ulaşımı 48 EURO ve bu tüm taksilerin üzerinde standart ücret olarak yazıyor. Hayır ben bu şehri tanımaya geldim derseniz ise yine birkaç seçenek mevcut. Trenitalia ile 30 dakikada merkez metro istasyonu olan Termini’ye ulaşabilirsiniz. Kişi başı 14 EURO. 9 yaşına kadar çocuk ücretsiz. Havaalanında pek çok bilet satış noktası var. Bir seçeneğiniz de otobüs. Terravision, T.A.M ve SITBusshuttle olmak üzere 3 farklı firma var. Hepsinin de kalkış noktaları aynı yerde. Dilediğinizi seçip trafik durumuna göre 45-60 dk. arasında yine Termini istasyonuna varabilirsiniz. Kişi başı bilet ücreti 6 EURO , çocuklar da dahil. Onlara da bilet alıyorsunuz. Termini istasyonu ulaştıktan sonra ise buradan metro ile otelinize yakın metro durağını seçip, metro ile gidebilirsiniz. 90 dk. için 1,5 EURO . Metro içinde makinalar mevcut , biletlerinizi makinalardan alabilirsiniz. Mavi ve kırmızı hat olmak üzere 2 metro hattı var. Ve daha önce de söylemiş olduğum gibi merkez istasyon Termini, hat değişikliklerini aşağıdaki haritadan da göreceğiniz üzere Termini istasyonundan yapabilirsiniz. Bu arada özellikle belirteyim Roma’da 9 yaşından küçük çocuklar için toplu taşıma ücretsiz.
Eğer 2 gün, 3 gün ve daha fazla Roma’da kalacaksanız Roma Pass almanızı şiddetle öneririm. 48 saat ve 72 saatlik 2 farklı Roma Pass var.Özellikle saat yazdım ki zaten kartların üzerinde de saat yazıyor. Ben Roma’ya gitmeden önce okuduğum bloglarda Roma Pass’ın 2 gün ve 3 günlük olduğu aktive ettiğiniz saatin önemli olmadığı 3. günün sonunda kartın kullanılamadığı yazıyordu. Hayır böyle değil. Kartlar , ilk aktive ettiğiniz andan itibaren 48 saat ve 72 saatlik. Bir önemli bilgi daha ki bu bilgiye hiçbir blogda ulaşamamıştım. 9 yaşından küçük çocuklarınız için Roma Pass almanıza gerek yok. 18 yaşına kadar tüm müzeler ve 9 yaşına kadar toplu taşım ücretsiz.
Gelelim Roma Pass’ın faydalarına 48 saatlik olanında, 48 saat boyunda tüm toplu taşıma araçlarından sınırsız yararlanabiliyorsunuz ve 1 müze girişi ücretsiz. Fiyatı 28 EURO. 72 saatlik olanında ise, 72 saat boyunda tüm toplu taşıma araçlarından sınırsız yararlanabiliyorsunuz ve 2 müze girişi ücretsiz. Fiyatı 38.5 EURO. Eğer Roma Pass’ınız var ise birçok alışveriş noktasında da indirimler mevcut. Kolezyum girişinin 24 EURO ve Galeri Borgesse’nin girişinin 24,5 EURO olduğunu düşünürseniz Roma Pass gerçekten avantajlı. Ben beş gün kalacağımız için 72 saatlik olanından almıştım. Termini metro istasyonundaki turizm ofisinden alabilirsiniz. Kartınız ile birlikte Üzerinde turistik yerlerin işaretli olduğu bir Roma haritası ve kartınızı nerelerde kullanacağınız ile ilgili ayrıntılı bir doküman veriyorlar. Yalnız bir ayrıntı daha var Vatikan müzelerine bu kart ile giremiyorsunuz. Sebebi ise Vatikan’ın ayrı bir ülke olması.
Peki Roma’da gezilecek yerler nelerdir ? Pek çok turist gibi bende elbette Kolezyum ile başladım keşfetmeye. Siz de aşağıdaki sıraya ve Roma’da kalış sürenize göre göre program yapabilirsiniz.
- Kolezyum
- Konstantin Kemeri
- Roma Forum
- Palatino Tepesi
- Tiraianus Sütunu
- Viktor Emmanuel Anıtı
- Piazza Venezia (Venedik Meydanı)
- Panteon
- Novana Meydanı (3 Nehir Çeşmesi)
- Trevi Çeşmesi
- İspanyol Merdivenleri
- Kutsal Melek Kalesi (Nehir kenarında olduğu için Vatikan Dönüşü uğrayabilirsiniz.)
- Villa Borghese ve Borghese parkı
- Santa Maria Maggiore Bazilikası
- Vatikan (Vatikan için ayrı yazı yazacağım için burada sadece tamamını gezmek istiyorsanız mutlaka 1 gün ayırmanız gerektiğini söyleyeceğim.)
Kolezyum ; Yapımına M.S. 72 yılında Vespasianus tarafından başlanılan ve M.S. 80 yılında Titus tarafından tamamlanan, 55.00 kişilik kapasitesi ile dünyanın en büyük arenası. Ayrıca dünyanın en çok ziyaret edilen tarihi yapılarından olan Kolezyum, 2007 yılında yapılan yeni seçimlere göre de dünyanın yeni 7 harikasından biri. Yukarıda da belirtiğim gibi girişi 24 EURO. Kolezyum’a girdikten sonra Roma Forum ve Palatino tepesi ücretsiz. Bu yüzden eğer Roma Pass değil bilet ile girdiyseniz biletinizi kaybetmemelisiniz. Ve tabii kendinizi de. Çünkü içeriden çıkmak istemeyeceksiniz. Dokunduğunuz her yer sizi tarihin derinliklerine çekecek. Kan kokusu sinmiş duvarlara hem hayret hem de hayranlıkla bakacaksınız. Bunca acı, bunca vahşet bunca kana rağmen zafer çığlıkları çınlayacak kulaklarınızda. Parçalanmış bedenlerin üzerinde, zaferini kutlayan gladyatör bir sonra ki dövüşte belki yerde yatanın kendisi olacağını düşünürken bulacaksınız kendinizi.
Kolezyum’ dan çıkıp Roma Forum’a doğru giderken ise 4. yüzyıldan bu yana bütün heybetiyle orada duran Konstantin Kemeri çekecek dikkatinizi. Kemer, M.S. 315 yılında Roma’nın ilk Hristiyan İmparatoru Constantinus’un İmparator Maxentius’a karşı kazandığı zafere adanarak yapılmış.
Ve artık antik Roma tarihinin yegane tanığı Roma Forum’dasınız. Tapınaklar, kemerler, bazilikalar ve en önemlisi adaletin merkezi olan bu bölüm 1000 yıl boyunca şehrin merkeziymiş. Buradan sonra 40 metre yükseklikteki Palatino tepesine çıkacaksınız. Roma ‘da İstanbul gibi 7 tepeli bir şehir ve Palatino tepesi en merkezde olanı. Hatta Roma’nın kökleri diyebiliriz. Tepeden baktığınızda ise aşağıda antik bir hipodrom olan Circus Maximus’u göreceksiniz.
Forum’dan çıkıp ana cadde üzerinden ilerlerken sağınızda Muhteşem Trajan(Traianus) ‘ın 2.662 figüre sahip sütunu karşılayacak sizi ki onun döneminde Roma en geniş topraklara sahip olmuştur. Darcia’lılara karşı kazandığı zafer ise Roma’nın çehresini değiştirmiştir. Roma’ya gitmeden önce Roma ile ilgili birçok belgesel seyrettim ve birçok makale okudum. Yürüdüğüm topraklarda kimler yaşamış, neler yaşanmış hepsini hepsini bilmek istedim. Ve nedeni bilmediğim bir şekilde onca İmparator içinde bir Hadrian bir de Trajan’a hayran kaldım. Çok spiritüel bir his bu hiç tanımadığın, senin ırkından olmayan birine karşı içten bir saygı ve hayranlık hissetmek. Benim için Roma’nın merkezi Trajan’ın Sütunu.
Roma, meydanlarıyla ünlü bir şehir ve bunların en ihtişamlısı onların diliyle Piazza Venezia yani Venedik Meydanı. Ve göreceğiz diğer tüm yapılara Venedik Meydanını ve Viktor Emanuel anıtını arkanıza alarak ulaşabilirsiniz. Ve meydanı en güzel görebileceğiniz yeri ise İtalya’yı tek bayrak altında toplan kral Viktor Emanuel anıtı ve her adımda hayran olacağınız Vatan Sunağı.
Meydanın tam karşısındaki cadde Piazza del Popola’ya kadar uzanan Via del Corso. Yani Roma’nın en işlek caddesi. Tiber Nehri, Panteon ve Dört nehir Çeşmesi’nin bulunduğu Novana Meydanı caddenin solunda, Trevi Fountain ve İspanyol merdivenleri ise bu caddenin sağında. Yani bu caddeyi takip ederek tüm yapılara ulaşmanız mümkün.
Panteon; yani tüm tanrıların tapınağı!. 43 metrelik beton kubbesi ve göz adı verilen kubbe üzerindeki 9 metrelik açıklık ile tüm Roma yapıları içine en iyi korunmuş olanı. Elbette benim Muhteşem İmparator’um Trajan’ın mimarı tarafından yapılmış olduğu öne sürülüyor ve o değilse de benim ikinci muhteşem İmparator’um Hadrian tarafından yaptırılmış. Benim için fark etmiyor yani. İlk kez gece gördüm bu yapıyı. Göz’den gördüklerim ışıl ışıl yıldızlardı. Ben de içinde en muhteşem dileğimi dileyip “göz” den yıldızlara gönderdim.
Novana Meydanı’nın ortasında bir Bernini imzası olan 4 nehir çeşmesi Nil, Ganj, Tuna ve Rio de plata’yı simgelemektedir. Eskiden bir stadyum olarak kullanılan bu meydan elips şeklindedir. Başı, sonu ve ortasında olmak üzere 3 çeşme ile süslenmiştir ve Roma’nın her daim hareketli meydanlarından biridir.
Hani benim için Roma’nın merkezi Trajan’ın sütunu demiştim ya, işte Roma’nın kalbi de Trevi çeşmesi. 3 yolun kavşağı.. Ayrı bir neşe , huzur , mutluluk var burada. Suyun sesini iki sokak öteden duyuyorsunuz ve varana kadar büyük bir heyecanla yürüyorsunuz su sesine doğru.. Aklınızda dilekler, gerçekleşmesi beklenen mucizeler. İnanırım ben mucizelere. Dilek dilenecek hiçbir noktasını kaçırmadım hayatın. Kaçırmayacağım da!. Sağ elinizle sol omzunuzun üzerinden dileğinizi dileyerek atıyorsunuz havuza. Peki ben ne yaptım? Gittiğim tüm Ülkelerden para topladım. İngiliz Sterlini ,Çek Kronu, Cent ve her dilde diledim dileğimi çünkü diyor ki yüce yaratıcı Kur-an’da “Kullarım sana benden sorarlar. De ki : Karib’im. Yakinn olanım. Diledikleri dileğe anında cevap verenim.” Elbette bulacağım kabul edeceği anı,elbet!. Belki de kainat harekete geçti bile.
Birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Roma’da da şehri ikiye ayıran bir nehir var. Tiber nehri. Ve yine şehri birleştiren bir çok köprü. Ama en önemlisi St. Angelo köprüsü ve tam karşısında St.Angelo Kalesi. Kale; İmparator Hadrian için yaptırılmış. Aynı zamanda Papa’nın evi ve bir hapishane. Aslında adı Kutsal Melek Kalesi ama içinde çok acıların yaşandığı bir kale. Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan da burada 6 ay hapis kalmış. Kaleden Vatikan’a gizli geçitler olduğu söyleniyor.
Roma Pass’ınız var ise burada geçerli. 2 müzeden birini kale olarak seçebilirsiniz.
İspanyol Merdivenleri ; şehrin en kalabalık en ışıl ışıl caddesi. Roma’da yiyebileceğiniz en harika tiramisu ve dondurma burada Pompi’de, en taze ve lezzetli makarna ise Pastifico’da. Her ikisini de şiddetle öneririm. Pastifico saat 11:30 ‘da açılıyor saat 13:30’a kadar tazecik makarnalar hazırlanıyor, soslanıyor ve miss gibi yiyorsunuz. Her gün menüsü farklı. Birçok restoranda makarna yiyebilirsiniz ve sevebilirsiniz ama en tazesi burada.
Santa Maria Maggiore Bazilikası, Kutsal Meryem’e adanmış Roma’da bulunan en büyük kilisedir. İnanışa göre Papa Liberius Kutsal Meryem’i rüyasında görmüş ve ona yeni bir kilise inşaa etmesi gerektiğini ve yerini kendisinin kar ile işaretleyerek göstereceğini söyler. Yaz günü kar yağr Roma’ya. Ve papa bunun üzerine bu kiliseyi yaptırır. Tavanı , İspanya Kraliçesi Isabella’nın Papa’ya hediye ettiği altın yaldız ile kaplanmıştır. Mutlaka görülmesi gereken yapılar arasındadır. Girişi ücretsiz. Yeri ise Termini istasyonuna çok yakın.
Villa Borghese, Roma’nın yemyeşil Borghese Park’ının içinde Bernini ve Caravaggio’nun da eserlerinin bulunduğu her santimetrekaresi tarih ve sanat dolu müzesi. Roma Pass burada geçerli ancak mutlaka ve mutlaka rezervasyon yaptırmalı rezervasyon saatinde orada olmalısınız. Bu arada müzeye girerken tüm eşyalarınızı girişte bırakmak zorundasınız. Cüzdanınız ve değerli eşyalarınız için taşıma torbası veriyorlar. Kamera ise kesinlikle yasak. Ama bence kesinlikle görülmesi gereken bir yer. İçerideki üç boyutlu tablolara hayran kalmamak elde değil.
Rezervasyon saatinizi beklerken de Borghese bahçelerinde yürüyüş yapabilir, bisiklet kiralayabilir ve keyifli anlar yaşayabilirsiniz.
Elbette Roma’ya kadar gelmişken Vatikan’ı görmeden olmaz. Ama hem Roma’nın kalbinde hem de ayrı bir ülke olduğu için onu da ayrı bir yazıda sizlerle paylaşacağım.
Kitaplar, yolculuklar ve yüreğinizi sımsıcak tutanlar hiç eksik olmasın..